top of page

ENFLASYONİST ORTAMDA SÖZLEŞMENİN UYARLANMASI DAVALARININ HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ

  • Yazarın fotoğrafı: Barış Kaşka
    Barış Kaşka
  • 4 Tem 2024
  • 4 dakikada okunur

Türkiye’de bilindiği gibi ekonomik yahut toplumsal krizler istisnai durumlar değildir. Ülkemiz 1994 ekonomik krizinden sonra 1999 depremini yaşamış, bunu 2001 ekonomik krizinden başlayarak geçen 20 yılda başka siyasi ve ekonomik krizler takip etmiştir. Tüm yaşanan bu olayların özellikle yıkıcı ekonomik sonuçları olmuş ; bu durum da sözleşmeler arasındaki dengelerin bozulması sonucunu doğurarak sözleşmelerin yeni duruma uyarlanmasını tetiklemiştir. Dolayısıyla bu sayımızda yaklaşmakta olan ekonomik krizi ön görerek istisnai bir durum olan “sözleşmenin uyarlanması” konusunu tartışacağız.


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir kararında -Türkiye'de yıllardan beri ekonomik paketlerin açılmakta olduğunun, ekonomik krizlerin aniden oluşmadığının altı çizilmiş, devalüasyonların ülkemiz açısından önceden tahmin edilemeyecek bir keyfiyet olmadığı vurgulanmış ve kur politikalarının da her an değişebileceğinin tespiti yapılarak, Japon Yeni'nin TL karşısında aşırı değer kazandığını ve bu suretle işlem temelinin çöktüğünü ileri sürerek uyarlama talebinde bulunan bir tüketicinin talebini emprevizyon teorisine atıfta bulunarak reddetmiştir.- (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı-2014/1614E,2014/900K.)Yargıtay, verdiği kararlarda emprevizyonu beklenmeyen hal (beklenmeyen hal şartı)  olarak nitelendirirken borçlunun şartları ne olursa olsun mutlaka akde sadık kalmasını zorunlu gören ahde vefa ilkesini de eskimiş olarak nitelendirmekte, ahde vefa ilkesine sıkı sıkı bağlılığın ise  her zaman adil olmayacağını tespit etmektedir.


Sözleşme, yapıldığı andaki koşulları yansıtan bir fotoğraf gibidir ancak sözleşmenin temelini teşkil eden koşullar sürekli bir değişim halinde olduğu için bu değişim sürecinde “taraflarca öngörülemeyen ve öngörülmesi beklenmeyen olağanüstü” (TBK 138) durumlar ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda borçludan sözleşmeye uygun olarak borcunu aynen yerine getirmesini istemek, dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecektir. Hakim, dürüstlük kuralları gereğince sözleşmeyi yeni şartlara uydurmak için değiştirebilmeli ya da gerekiyorsa feshedebilmelidir. Sözleşmeyi yeni şartlara uyarlamak yahut feshetmek sözleşmenin alacaklısı üzerinde ağır sonuçlar doğurabileceğinden meydana gelen değişiklik hem objektif genel nitelikte hem de dürüst ve namuslu bir kimse için edimini yerine getirmeyi imkansız kılacak derecede önemli olmalıdır.


Franchising sektöründe son iki yıldan beri büyük bir daralmaya şahit oluyoruz. Bu daralmanın ana taşlarını enflasyonist ortamda sürekli artan maliyetler bunun karşısında ise azalan gelir oluşturmaktadır. Fiyatların sürekli arttığı bir ortamda yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir fotoğraf niteliğindeki sözleşme sadece birkaç yıl içerisinde tarafların gerçek ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmektedir. Bu enflasyonist ortamda tüketici alışkanlıklarında da hızlı değişimler olabilmekte ve tüketici arzu ettiğinden çok ihtiyaç duyduğuna yönelmektedir. İşte böyle durumlarda taraflar öncelikle sözleşmenin belirli maddelerinde değişiklik hususunu birbirlerine açmakta ve uzlaşma sağlanamaması durumunda ise hakimin olaya el koymasını istemekte yani hakime sözleşmeyi yenide gözden geçir demektedirler.Hukuki anlamda biz buna hakimin sözleşmeyi yeniden gözden geçirerek sözleşmeden doğan yükümlülükleri yeni hal ve şartlara uydurmasını kabul eden teoriye  ‘Emprevizyon’ diyoruz. Yargıtay birçok kararında bu teoriye atıf yaparken bu teorinin evrensel bir hukuk ilkesi olduğunun da altını çizmiştir.(Yargıtay 21HD,2018/4197E,2019/5879K).

Yargıtay emprevizyon nedeniyle sözleşmenin uyarlanabilmesi için üç ana kriter getirmiştir. Bunlar ; öngörülemez bir dış olayın mutlak varlığının oluşması, sözleşme ekonomisinin bozulması ve objektif olarak katlanılması beklenebilecek rizikonun aşılmasının gerekliliğidir.Öngörülemez dış olay kusura dayanmayan süjenin dışında öngörülemez bir olay olmalıdır. Sözleşme ekonomisinin bozulmasında ise henüz ifa edilmeyen edim karşı edim arasındaki ilişkilerde bozulma olmalıdır. Üçüncü kriterde ise; emprevizyon teorisini ileri süren tarafın üstlenmesi gereken azami rizikonun belirlenmesi gerekir. Şayet riziko aşılmışsa, hakim sözleşmeye müdahale edebilecektir. İşlem temelinin çökmesi teorisi daha çok Alman Hukukunda emprevizyonun karşılığı olarak kullanıldığı için Yargıtay, birçok kararında bu teoriye de emprevizyonla birlikte atıf yapmıştır. Bu noktada çok karıştırılan bir hususu açıklamak gerekir. Geçici süre de olsa imkansızlık derecesindeki hadiseler mücbir sebep (force majeure) olarak nitelendirilirken, imkansızlık derecesine varmayan haller emprevizyon  olarak isimlendirilmektedir. Aşırı ifa güçlüğünü oluşturan hallerin varlığı durumunda borcun yerine getirilmesi imkansızlaşmış olarak kabul edilmemekte ve sözleşme değişen şartlara uyarlanmaktadır.Mücbir sebep teşkil eden bir durumun varlığı halinde ise imkansızlık durumu ortaya çıkmakta ve borçlu borcundan kurtulmaktadır. Bu durumda ticari hayatın güvenliğini ciddi şekilde tehlikeye sokacağından borcun yerine getirilmesinin imkansız kıldığı iddia edilen bir olayın mücbir sebep olarak kabul edilebilmesinin istisnai nitelik taşıması asıl ve doğaldır. Bu nedenle  mahkeme böyle bir iddia halinde ifa engelinin varlığını, ifa engeli teşkil eden olayın borçlunun kontrolü dışında ortaya çıkıp çıkmadığını, engelin öngörülmezliğini, engelin kaçınılmazlığını, uygun illiyet bağını ve ihbar mükellefiyetinin gerçekleşip gerçekleşmediğini her olayda titizlikle ayrı ayrı inceleyecektir. Türk Hukukunda sözleşmenin ayakta kalması prensibinin katı bir şekilde uygulandığı unutulmamalıdır.

“Aşırı İfa Güçlüğü” başlıklı TBK 138. maddesinde, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu kapsamda emprevizyon teorisi de yasal dayanağını TBK 138.maddeden almaktadır.


Görüldüğü gibi Franchise sözleşmeleri de franchise verenin, sahip olduğu fikri ve sınai unsurları franchise alana kullandırma ve onu koruma ve destekleme borçları ile franchise alanın, fikri ve sınai unsurları kullanma, sürümü destekleme ve ücret ödeme borçları birbiriyle karşılıklılık ve değişim ilişkisi içinde borç doğuran çerçeve niteliğinde  sözleşmeler olduğundan bu sözleşmelerde de şartları oluştuğu takdirde emprevizyona başvurmak mümkündür. Ancak Yargıtay kararında belirtildiği gibi ülkemiz çok uzun yıllar enflasyonist bir ortamı yaşamış bu ortamı başkaca siyasi ve ekonomik krizler takip etmiştir. Dolayısıyla tarafların sözleşmenin en başında gerçekten tam bir basiretli tacir gibi tüm şartları iyi tetkik etmeli ve yakın zamanda yaşanabilecek tüm mali olumsuzlukları öngörerek sözleşme yapmaları onların daha lehine olacaktır. Zira bu makalede belirttiğimiz gibi hukuki yollara başvurmak her zaman taraflara menfaat sağlamayabilecektir.

Av.Barış Kaşka

 

 
 
 

Comentarios


1603809952502.jpg
  • LinkedIn
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page